Sanat Şiirinin Betimlenmiş Hali
Uçsuz bucaksız Anadolu topraklarında, sabahın ilk ışıkları dağların doruklarına dokunuyor. Vadiler, yemyeşil bahar çiçekleriyle dolu, fakat bazı alanlar kupkuru bozkırların yalın güzelliğini taşıyor. Bu iki manzara, yan yana bir uyum içinde uzanıyor.
Önde, şehirden gelmiş, ince zevklerle donanmış bir figür var. Elinde bir defter tutuyor, dikkatle bir taşın üzerindeki antik mozaik parçalarını inceliyor. Bakışlarında merak ve hayranlık var. Mozaik, bin yıllık bir hikâyeyi fısıldar gibi, sabırla yeryüzüne kazınmış gibi görünüyor.
Yakınında ise sade, ama bir o kadar da güçlü bir başka figür: Geleneksel kıyafetleri içinde bir zeybek. Toprağa sertçe basan adımlarıyla dans ederken, etrafında toplanmış köylüler coşkuyla onu izliyor. Bir yanda beyaz bir kelebek narin bir çiçeğin etrafında dans ederken, diğer yanda zeybek figürünün ayakları altında tozlar yükseliyor.
Hafif bir melodi yükseliyor; köylülerden biri, derin ve içli bir türkü söylüyor. Türkünün sözleri, Anadolu’nun yazılmamış destanını anlatıyor gibi. Şehirli figür, bu melodiyi duyduğunda bir an duraksıyor, fakat ardından tekrar mozaiklere dönüyor. O, sanatın inceliğini ve işçiliğini arıyor; köylüler ise yaşamın özündeki doğal güzelliğin tadını çıkarıyor.
Gökyüzü ikiye bölünmüş gibi: Bir tarafı gri bulutlarla dolu, melankolik ve durgun. Diğer tarafı ise güneşin ışıklarıyla aydınlanmış, umudu ve yeni başlangıçları müjdeliyor. Bu zıtlık, iki figürün farklı dünyalarını temsil ediyor.
Yorumlar
Yorum Gönder